10 Kasım 2010 Çarşamba

Dünya milletleri gözüyle Mustafa Kemal Atatürk

Büyük bir liderin başarılarını kısa bir zaman süresi içinde yeterince anlatmak daima zor bir iştir; fakat lider, Mustafa Kemal Atatürk olunca bu iş büsbütün imkansızlaşır. Çünkü Mustafa Kemal o kadar yüksek bir ruha, büyüleyici bir şahsiyete, şahsını hiçe sayarcasına kendini o kadar vatanına adayabilme özelliğine sahip bulunuyordu ve savaşın ve barışın icaplarını yerine getirmekte o kadar başarılı idi ki, dünyanın diğer siyasî liderleri onunla kıyaslandığında, ayın ve küçük yıldızların güneşin parlaklığı karşısında olduğu gibi sönük kalırlar.

O genellikle Atatürk olarak biliniyor. O, birkaç sebepten, gerçekten de Türklerin babasıdır. Ona “Mazlum Milletlerin Babası” demek belki daha uygun düşer. Çünkü diğer millî liderlerden farklı olarak, o kendi milletinin olduğu kadar doğu milletlerinin ve esir ülkelerin refahlarını ve istiklâllerini de düşünüyordu. İşte bunun için, onun Türkiye’de ve Türkiye için yaptıklarının manası ve etkisi Türkiye sınırlarını çok aşmaktadır.

Doğu âleminin yetiştirdiği büyük insanlardan, Nobel Ödülü sahibi büyük şair Rabindranath Tagore, onun kişiliği ve başarılarının değeri hakkında gayet yerinde olarak şöyle demişti; “Kemal gelip, geçmişinin şanlı hatıralarını yeniden yaşatırcasına önümüze yeni bir Asya modeli koyuncaya kadar, Türkiye’ye ‘Avrupanın Hasta Adamı’ denirdi. Bu model doğu ülkeleri için yeni bir hayat ümidi olmuştur. Bu bakımdan Kemal’in getirdiği ruh en yüksek saygıya ve takdire lâyıktır.”

Avrupa devletlerinin Afrika ve Asya ülkeleri üzerindeki baskılarının artmasına ve yaygınlaşmasına yol açan Birinci Dünya Savaşı, Türklerin saygın, haysiyetli ve bağımsız bir millet olarak yaşamalarını ciddî bir şekilde tehdit etmekteydi. Fakat onlar şartların gerektirdiği adamı Mustafa Kemal’de buldular. Azimkar, kendini vatanına adamış, zeki ve ileri görüşlü Mustafa Kemal, insanüstü bir cesaret, büyük bir soğukkanlılık ve sarsılmaz bir güven ile, Millî Kurtuluş Hareketinin ve yeniden bir millet yaratmanın ve onu geliştirmenin peşinde getirdiği çeşitli meseleleri çözebilmiş, korkunç engelleri aşmış, baş döndürücü görevleri başarmıştır. O, bu özellikleriyle Promete ve Herkül gibi mitoloji kahramanlarına benzemektedir. Fakat onlardan önemli bir noktada ayrılmaktadır. Kemal Paşa bu görevleri yaparken güvendiği iki kaynak vardı: Kendisi ve milleti. Bu hususta yanılmadığı ortaya çıkmıştır.

Büyük Atatürk’ün emperyalist güçlere başkaldıran başarılı bir lider olarak oynadığı rolün değerini ve etkisini kavramış ve takdir etmiş bir devlet adamı olan Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba şöyle demişti: “Bütün başkaldıran ve kurtuluş hareketine girişen milletlerin gözü Mustafa Kemal’deydi. Bu mücadeleler onun ölümünden sonra yaygınlaşmış, Doğu ve Batı Blokları arasında bağlantısız ülkeler olarak bilinen ülkelere yayılmış ve onların sömürgeciliğin zulmünden kurtuluşunu sağlamıştır.”

Bir millet yaratma ve geliştirme yolundaki Kemalist model, dağınık unsurların uyumlu ve sıkı bir siyasî birlik içinde toplanması ve bu siyasî kuruluşun ekonomik bakımdan gelişmesi ve kendine yeterli bir duruma gelmesi için bir plândı. Emsali görülmemiş yepyeni bir kavram, çok boyutlu bir yaklaşımla millete yeni bir güç ve yeni bir dünya görüşü kazandırarak cumhuriyetçilik, devletçilik ve halkçılık gibi ilkelerle yalnız devlet gücünün dayandığı tabanı değil, fakat milliyetçilik, lâiklik ve inkılâpçılık ilkeleri üzerinde azamî titizlik ile durarak, toplumu manevî alanda irşat ederek onun mahiyetini ve sosyal yapısını da değiştirmek amacını güdüyordu. Diğer bir deyimle, bu onun geleneklere bağlı, geri kalmış ve geriye bakan bir toplumu modern, canlı ve atılgan bir millet yapmak için seçtiği modeldi. Bu model Üçüncü Dünya Milletleri aydınlarınca da benimsenmiştir.

Bir asker olduğu halde, şartların zorlaması ile Kurtuluş Hareketinin lideri olan Mustafa Kemal, esas itibariyle bir barış adamı idi. “Yurtta sulh cihanda sulh -herkese karşı iyi niyet- kimseye karşı kötülük beslememek” onun dış politikasının düsturları idi. O bu düsturlara tam bir sadakatle bağlı kalmıştır. Demokrasilerle diktatörlükler arasında o zaman sürmekte olan “soğuk savaşa” bulaşmamakla ikinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan Bağlantısızlar Hareketinin adeta öncülüğünü yapmıştır. Yunanistanla yüz yıldır devam eden düşmanlığın sona erdirilmesi, Balkan Paktı, Rusya ile dostane ilişkiler kurulması, Britanya ve Fransa ile sağlam dostluk bağlarının geliştirilmesi ve nihayet Montreux Konvansiyonu onun yalnız büyük bir devlet adamı olduğunu göstermekle kalmamakta fakat aynı zamanda doğu milletlerine büyük Avrupa devletleri ile olan ilişkilerinde ibret alacakları diplomasi dersleri olmak gibi bir değer de taşımaktadır. Üçüncü dünya milletlerinin büyük liderlerinin 15-20 yıl sonra onun açtığı yoldan gittiklerini söylersek mübalağa etmiş olmayız.

Kemal Atatürk’ün başlattığı rönesans hareketine karşı sınırsız takdir duyguları besleyen Allama Iqbal 1930 yılında şöyle diyordu: “Gerçekten bugün İslâm milletleri arasında gaflet uykusundan uyanan ve benliğini kazanan tek ülke Türkiye’dir. Yalnız Türkiye fikir hürriyetine sahip çıkmıştır; yalnız Türkiye hayalden gerçeğe inebilmiştir. Bu geçiş manevî alanda çetin bir mücadele vermekle mümkün olmuştur.”

O halde onun ölümü üzerine duyulan keder, onun başarıları için dünyanın her tarafında ifade olunan yüksek takdir duyguları onun hem fikrî ve hem de manevî hasletleri için söylenen güzel sözler yersiz değildir. Bu özellikler şöyle sıralanabilir: Cesur, akıllı, temkinli, nüktedan, kibar ve kararlı. Doğu’da şair Tagore onun ölümünü “Bütün Asya için büyük bir kayıp” olarak tarif etmiştir. Tagore onun kaybından duyduğu derin kederi dile getirirken ondan “Modern İslam âleminin en büyük insanı’,’ olarak bahsetmiştir. Bütün-Hindistan islâm Birliği Partisi Başkanı ve sonradan Pakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Jinnah Atatürk’ün ölümü vesilesi ile şöyle demişti: “Onun ölümü ile yalnız îslâm âlemi değil, bütün insanlık dünyanın en büyük adamlarından birini kaybetmiştir.” Onun ölümü üzerine belki en güzel ve heyecanlı sözleri Hindistan Millî Kongre Partisi Başkan Subbash Chandra Bose söylemiştir. O şöyle demişti: Kemal yalnız Anadolu’da savaş meydanlarında değil, aynı zamanda millî kalkınma alanında da bir inkılâpçıydı.” O halde vaktiyle Bose’nin demiş olduğu gibi “Bu büyük hürriyet ve insanlık âşığı önünde hürmetle eğilmek bizim için kutsal bir görevdir.”

NOT: Bu konuşma 10 Kasım 1984 günü Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından tertiplenen “Çağdaşlaşma Önderi Atatürk” adlı panel’de İngilizce olarak yapılmış, Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal tarafından Türkçeye çevrilmiştir.



Sen rahat uyu ATAM

bizler bu aralar iyi uyuyamasakta;

torunlarımız senin ilke ve inkilaplarınla dörtnala geliyorlar ardımız sıra...

.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Webmaster cok tesekkurler...

Selamlar SevalHatice